Günümüz dünyası sosyal ve siyasi açıdan çeşitli değişimler ve dönüşümler geçirmekte, yeni dengeler oluşmakta ve yapılar yeniden şekillenmektedir. Değişimler, yapısı itibariyle birtakım sıkıntıları da beraberinde getirir. Böyle zamanlarda riskleri görmek, fırsatları değerlendirmek; aynı ölçüde kıymetlidir.
Şüphesiz ki ancak dönüşümü yakalayan toplumlar yeni uluslararası sistemin inşasında söz sahibi olacaklardır. Değişimi öngörüp politikalarını ona göre belirleyenler, riskleri fırsatlara çevirecektir.
Ortadoğu'da Yaşanan Gelişmeler
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler bu çerçevede değerlendirildiği zaman daha bir anlam kazanacaktır. 2010'da Tunus'ta başlayarak Mısır'a ve tüm bölgeye yayılan halk hareketleri, bölgede sadece rejimleri değiştirmekle kalmıyor; Orta Doğu'ya uzun yıllardır hâkim olan yönetim anlayışının dönüşümüne kapı aralıyor. Tunus'ta, Mısır'da ve Libya'da yaşananlar; çağımızda artık otoriter rejimlere yer olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Küresel refah ve istikrar; bölgesel refah ve istikrar; tek tek ülkelerin huzur ve barışıyla yakından bağlantılıdır.
Türkiye, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar gibi çalkantılı bir coğrafyanın ve aynı zamanda dünyanın en önemli ticaret ve enerji hatlarının kesiştiği bir kavşak noktasında yer almaktadır. Bu anlamda, zor ama bir o kadar da fırsatlarla dolu bir coğrafyada bulunuyoruz. Bölgemizde barışı, istikrarı, dayanışmayı ve demokrasiyi savunuyoruz. Bölgedeki sorunların çözümü halinde sadece Türkiye'nin değil, bölgedeki tüm ülkelerin kazanacağını her zaman güçlü biçimde ifade ediyoruz.
Mısır, Tunus ve Libya acılı, sancılı bir dönemin ardından, yeni ve farklı bir geleceğe doğru yol almaya başladılar. Bir süredir benzer acıların, benzer sancıların Suriye'de de yaşandığına şahit oluyoruz. Libya için ayağa kalkanların Suriye'deki katliamlar karşısında sessiz ve tepkisiz kalması, insanlık vicdanında tamiri zor yaralar açmaktadır. Hiç şüphesiz Suriye'de yaşananlar sadece Ortadoğu'nun değil, bölgemizin ve dünyanın sorunudur.
Suriye'nin refah ve huzurunu Türkiye'nin refah ve huzuruyla eşdeğer görüyor; bu amaçla acilen huzur ve istikrarın temin edilmesi için gayret gösteriyoruz. Bizim hiçbir ülkenin iç işlerine karışmak gibi bir niyetimiz yok. Bölgemizde ve dünyada hiçbir ülkeye çıkar kaygısıyla bakmadık.
Bizim için esas olan insani değerlerdir. İnsani değerler, çıkarlara göre farklılaşmayan evrensel değerlerdir. Bu değerler, yönetim kavramların içeriğine derinlik kazandırır. Kurulacak yapıları güçlü hale getirir. Dolayısıyla dünyamızda, öznesi insan olan sorun alanlarına bu vizyonla bakmayanlar, bize göre yanılgı içindedirler.
Bölgede yaşanan değişimden korkmamak, aksine bunu tüm dünya için bir fırsat olarak görerek desteklemek ve kolaylaştırmak gereklidir.
Küresel Kriz Ve Küresel Refah
Kürsel krizle boğuşan dünyamızda herkes şunu görmelidir! Artık insanlar ve halklar dikkate alınmadan; insana insan olduğu için değer verilmeden; küresel refaha ulaşmak ve küresel barışı tesis etmek mümkün değildir. Son küresel ekonomik krizin dünyaya verdiği ders de, aslında budur.
Dünya ülkeleri olarak karşı karşıya kaldığımız çok önemli sorunlar, çetin sınavlar var. Yoksulluk, açlık, gıda güvenliği, kamu sağlığı, sosyal güvenlik ve işsizlik gibi sorunlar, küresel kriz süreciyle birlikte daha da ağırlaşıyor. Dünyanın herhangi bir yerinde esen hafif bir rüzgâr, dünya genelinde bir fırtınaya dönüşebilmektedir.
Türkçede bir söz vardır: "Bir musibet bin nasihatten iyidir." Krizin bize öğrettiği veya yeniden hatırlattığı ilk ve önemli bilgi; dünya ülkelerinin aynı kaderi paylaştıklarıdır.
Dünya ekonomisinin öncelikli problemi, adaletli bir ekonomik yapının mevcut olmamasıdır.
Üç kıtada farklı kültür, inanç mensubu bölgeleri 600 yıl yöneten Osmanlı Devleti'nde ekonomik kriz yaşanmamasının nedeni sosyal refah ve adalettir.
Bugün, Dünyanın bir tarafında aşırı tüketim, israf ve lüks hüküm sürerken; Somali'de günlerce yiyecek hiçbir şey bulamayan çocuklar yaşamaya çalışmaktadır.
Bugün dünya nüfusu 7 milyar olarak kabul ediliyor.
Dünya nüfusunun %46'sı, yani 2 milyar 500 milyon insan, Dünya Bankası tarafından belirlenen günlük 2 dolar olan yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
1 milyar 200 milyon insan ise günlük 1 dolar olan açlık sınırının altında yaşamını sürdürmektedir.
Her yıl yaklaşık 18 milyon insan, yoksulluğa bağlı sebeplerden dolayı çok erken yaşta ölmektedir. Bu rakam, toplam insan ölümlerinin üçte birine eşittir.
Her gün 50 bin insan yoksulluğa bağlı sebeplerden dolayı ölmektedir. Bu sayının 34 binini 5 yaşın altındaki çocuklar oluşturmaktadır.
Dünyada hala 1 milyar insan içme suyuna ulaşamıyor.
2,6 milyarı aşkın kişi de temel sağlık korumasından yoksun durumda.
Dünya nüfusunun önemli bir bölümü en temel ihtiyaçlarını bile karşılamada sıkıntı yaşarken, küresel refahtan söz etmek doğru mudur? Dünya bu durumu görmezden geldiği müddetçe, hiçbir ülke kendi refahını sağlayamaz.
Dünya Ekonomisinin Büyüklüğü
184 ülkeden oluşan dünya ekonomisinin büyüklüğü 2011 yılında yaklaşık 70 trilyon dolardır. Bu ekonomik büyüklüğün yaklaşık %64'ünü (yani 45 trilyon doları) 34 ülkeden oluşan "Gelişmiş Ekonomiler"; geri kalan %36'lık kısmını da (yani 25 trilyon doları) 150 ülkeden oluşan "Gelişmekte Olan Ülkeler" paylaşmaktadır. Bu paylaşıma dünya nüfusu açısından baktığımızda
- Gelişmiş kabul edilen 34 ülkenin nüfusu yaklaşık 1 milyar,
- Gelişmekte olan 150 ülkenin nüfusu ise 6 milyardır.
Yani, Küresel zenginliğin yaklaşık %64'üne dünya nüfusunun %14'ü sahiptir. Geri kalan %36'lık katma değer (refah, zenginlik) ise dünya nüfusunun %86'sı tarafından paylaşılmaktadır. Sadece bu orandan hareketle dünya refahının çok adaletsiz bir dağılıma sahip olduğunu ve bugün yaşadığımız küresel krizin kaynağının da esas itibariyle buralarda gizli olduğunu söylemek mümkündür.
O halde çözüme de yine buradan hareketle ulaşabiliriz.
Sosyal adaletin, sosyal refahın sağlandığı bir dünyada ekonomik kriz riski çok daha azdır. Son ekonomik kriz göstermektedir ki; bugüne kadar ağırlıklı olarak gelişmiş ekonomilerin şekillendirdiği global ekonomik sistem; sorunları çözmekte yetersiz kalmış, hatta bizatihi sorunların kaynağı haline gelmiştir.
Ekonomik sistemi oluştururken, bu sistemin reel yönünü çok güçlü şekilde inşa etmeliyiz.
Üretimden ziyade tüketime, borsa oyunlarına veya finansal spekülasyonlara dayanan bir ekonomi; orta ve uzun vadede sıkıntılar oluşturmaya devam edecektir.
Küresel kriz dalgasının, ABD'nin mortgage sistemi ve türev piyasalarında yaşanan sıkıntılar nedeniyle başladığını hatırlamamız gerekir.
Küresel Kriz
2008 yılının Eylül ayında Amerika Birleşik Devletleri'nde başlayan finansal kriz kısa sürede, küresel krize ve küresel durgunluğa dönüşmüştür. Bu krizin tahrip ettiği bir diğer alan ise işgücü piyasasıdır. Krizin işgücü piyasası üzerindeki etkisi hala devam etmektedir. Dünyada 2010 yılında yaşanan ekonomik toparlanmaya rağmen pek çok ülkede işsizlik oranı artmaya devam etmektedir.
2012 yılında açıklanan son verilere göre işsizlik oranları
- İspanya'da %25'e;
- Yunanistan'da %23'e;
- İrlanda'da %14,8'e;
- Avrupa Birliği ortalaması ise %10,4'e yükselmiştir.
Türkiye için istihdam rakamlarına baktığımızda, 2009 Nisan'ında yüzde 14,9'a çıkan işsizlik oranı; uyguladığımız sağlam politikalar neticesinde 2012'nin ikinci çeyreğinde yüzde 8,2'ye kadar gerilemiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü'ne üye tüm ülkeler içinde işsizliği en hızlı düşüren ve en çok istihdam üreten ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. İşsizlik oranıyla ilgili bu rakamlar bile Türkiye'nin geldiği noktayı ortaya koymaktadır.
Krizden neden etkilenmedik ve ne yaptık?
Türkiye'de yönetim sorumluluğunu üstlendiğimiz Kasım 2002'den itibaren ekonomide çok önemli yapısal reformları hayata geçirdik ve ekonomiye güçlü bir direnç kazandırdık.
Attığımız adımların ne kadar isabetli olduğunu küresel krizde test etmiş olduk.
Türkiye, dünyada küresel krize en son giren, en erken çıkan ve kriz sonrası dönemde en hızlı toparlanan ekonomilerden birine sahiptir.
Biz yeni bir yaklaşım getirerek, paradan para kazanma devrinin bitmesi gerektiğine inandık; o nedenle reel sektörün yeniden canlanması ve ülke ekonomisine güvenmesini, yatırımlarına hız vermesini sağlayacak tedbirler aldık.
Diğer pek çok ülkenin aksine IMF'den destek almadan, kendi dinamiklerimizle, kendi insanımıza güvenerek bunu aştık.
Bizi diğer ülkelerden ayıran en önemli unsurlar;
- Güçlü mali yapımız,
- Tedbirli bankacılık sistemimiz,
- Dinamik reel sektörümüz olmuştur.
Reel piyasalarımızı kuvvetlendirmeye yönelik hukuki düzenlemeler yaptık.
Geçtiğimiz aylarda yürürlüğe giren Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu bunun en güzel örnekleridir. Yere sağlam basıyoruz. Tedbirlerimizi önceden alıyor, siyasi bedeline göre sapma yapmadan doğru politikalar belirliyor ve uyguluyoruz.
Ülkemizin kaynaklarını en doğru alanlara yönlendirdik. İsraf ekonomisine son verdik. Verim ekonomisini hâkim kıldık.
Devlet ağırlıklı, maliyeti yüksek, verimliliği düşük, hantal yapıyı değiştirdik.
Ekonomide özel sektörün ağırlığını arttıracak politikaları uygulamaya koyduk, girişimcimizi destekledik.
Rekabet koşullarını oluşturarak, ekonomide devleti düzenleyici ve denetleyici konumuna getirdik.
Uluslararası raporlar da ekonomimizin rekabetçi yapısının arttığını göstermektedir:
Dünya Ekonomik Forumu tarafından açıklanan raporda; geçen yıl yani 2011-2012 dönemi Küresel Rekabetçilik Endeksihesaplamalarına göre Türkiye 142 ülke arasında 59'uncu sıradayken; bu yıl 16 basamak gibi muazzam bir sıçrama yaparak 144 ülke arasında 43'üncü sıraya yükselmiştir.
Siyasi istikrar ile ekonomik istikrar ilişkisini en iyi ortaya koyan tablo Türkiye ekonomisinin bugün ulaştığı noktadır.
Şu anda Türkiye, en sağlam makroekonomik temellere sahip ülkelerden biridir.
Krizlerin ekonomik yönü kadar psikolojik yönü de vardır.
Hükümetimiz 2002'den bu yana aldığı mali ve yapısal önlemler ile krizlerin ekonomik etkisini asgariye indirdiği gibi, sağladığı siyasal istikrar ve güven ortamı ile de psikolojik etkileri bertaraf etmiştir.
Sağlanan siyasi istikrar sonucu elde edilen güven ortamı, yabancı yatırımcıların ülkemize küresel kriz ortamında dahi yatırım yapmalarına imkân sağlamıştır.
Ülkemize son 10 yılda yaklaşık 100 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girişi gerçekleşmiştir. Hemen altını çizmek istiyorum; bu yabancı sermaye girişinin yarısına yakını global krizden sonra gelmiştir.
Türkiye'nin Ekonomi Politikaları
Türkiye, 2002 yılından bu yana hem sosyal hem de ekonomik anlamda çok önemli değişim ve dönüşümü gerçekleştirdi. Bu süreç devam ediyor.
Ülkemizde gelişen ticaret, daha rekabetçi bir ekonominin oluşmasına ve insanımızın refah düzeyinin artmasına vesile olmaktadır. Refah düzeyindeki bu artış sadece belli kesimlerde değil, toplumun geniş kesimlerinde görülmektedir.
Türkiye, küresel krizde OECD ülkeleri arasında herhangi bir finans kurumuna kaynak aktarmak zorunda kalmayan tek ülkedir. AB üyesi ülkelerle karşılaştırıldığına kamu dengesi en iyi durumda olan ülkelerden biriyiz:
Türkiye'nin AB tanımlı bütçe açığının Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'ya oranı 2011 yılında %2,6 ile 18 AB ülkesinden daha iyi konumda gerçekleşmiş ve %3 olan Maastricht kriterini gerçekleştirmiştir.
2011 yılında merkezi bütçe açığınınGayri Safi Yurt İçi Hasıla'ya oranı %1,3 olmuştur. Bu sonuç 23 AB ülkesinden daha iyidir.
Türkiye'nin borç oranı, 2011 yılı itibariyle, Maastricht kriteri olan %60'ın oldukça altında, %39,4 düzeyindedir ve 21 AB ülkesinden daha düşüktür.
Bizim uzun vadedeki amacımız, sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi yakalamaktı ve bunu da hamdolsun başardık. Sanayi ve üretim ile tüketici güven endekslerimiz, dış ticaret verilerimiz bu gelişmeyi yansıtmaktadır.
Yatırım Ortamı
Türkiye, 2009 Dünya Bankası verilerine göre, Avrupa'daki 5'inci büyük işgücüne sahip ülkedir.
Yurt dışındaki yatırımcının Hükümete, politikalara, açıklanan programlara güven duymasını sağladık ve bu sayede dünyada çok farklı bir konuma yükseldik.
Türkiye;
Siyasi istikrar ve güven ortamı
Başarılı ekonomisi,
Genç ve dinamik nüfusu,
Nitelikli ve rekabetçi işgücü,
Girişimci ve yenilikçi özel sektörümüz.
Liberal ve yeniliklere açık yatırım ortamı,
Altyapısı,
Merkezi konumu,
Avrupa'nın enerji koridoru olma özelliği,
Düşük vergileri ve teşvik olanakları,
1996 yılından bu yana üyesi olunan Gümrük Birliği ve
Büyük iç pazarı
ile yatırım yapmak için son derece çekici bir yerdir. Türkiye, lojistik performans bakımından da fırsatlar sunan bir ülkedir.
Dünya Bankasının 155 ülkeyi karşılaştırdığı 2012 Lojistik Performans Endeksi'ndeTürkiye, geçen yıla göre 12 basamak ilerleme kaydederek, Çin'in ardından 27'nci sıraya yükselmiştir.
Elektronik Ticaretin Boyutu
2011 yılında yaklaşık 680 milyar dolar olduğu tahmin edilen dünya e-ticaret hacminin 2015 yılında 1,4 trilyon dolara çıkacağı öngörülmektedir.
2011 yılında kartlı sistemle 267 milyar TL alışveriş yapılmış ve bunun yüzde 8,5'i e-ticaret yoluyla gerçekleşmiştir.
Türkiye'de her 100 kişiden 4'ü elektronik ortamda alışveriş yapmaktadır.
2011 yılı itibariyle Hindistan'dan sonra dünyada en hızlı büyüyen ikinci e-ticaret pazarı olan ülkemizde "e-ticaret pazar hacmi" 2005 yılına göre 16 kat artışla 23 milyar TL'ye ulaşmıştır.
2012 yılı ilk 6 aylık performans değerlendirmelerine göre e-ticaret hacmi geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık %40'lık bir artış göstererek 14 milyar TL'yi geçmiştir.
Fikri Ve Sınai Mülkiyet Hakları
Çağımızın önemli kavramlarından biri de Fikri ve Sınai Mülkiyet Haklarıdır. Fiziki üretim aslında ve öncelikle fikri üretime dayanmaktadır. Bu nedenle Fikri ve sınai mülkiyet hakları; ancak uluslararası düzlemde ortak yaptırımların ve hukuk uygulamalarının tüm ülkelerde paralel biçimde uygulanmasıyla korunabilecek haklardır.
Ülkemizde özellikle Avrupa Birliği'ne katılım süreciyle birlikte Fikri ve Sınai Mülkiyet haklarının korunması çerçevesinde çok büyük adımlar atılmıştır.
Türkiye gerek kendi iç mevzuatından ve gerekse uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla, hukuki korunma altında bulunan fikri ve sınai eserlerin ülkeye giriş-çıkışları ile ilgili olarak Gümrük Mevzuatında bazı özel düzenlemelere gitmiştir.
Bu Forum; Ülkelerimiz Ve Dünya İçin Önemlidir
Biz ülke olarak Dünyanın her noktasını dikkatle izleyen, kucaklayıcı, bütünleştirici bir yaklaşımı benimsedik. Dünyanın dört bir yanındaki mazlumlara şefkat gösterdik; yardım elimizi uzatmayı insanlık görevi bildik.
Gerek yanı başımızdaki Suriye halkına, gerekse de Myanmar'daki Arakan Müslümanlarına kadar dünyada sorun alanı olan yerde çözüm noktası olmaya gayret ve itina gösteriyoruz.
Türkiye; insanlığı yücelten medeniyet anlayışıyla, mazlumun yanında olmaya devam edecek ve dünya barışı için çalışacaktır.
Bugün dünyanın 88 ülkesinden Oda başkanlarının ve işadamlarının gerçekleştirdiği bu Forum; ülkelerimiz ve dünya için önemlidir.
Türkiye, coğrafi konumu, yükselen ekonomisi ve potansiyeli ile kendisiyle işbirliği yapan dostlarına da önemli imkânlar sunmaktadır.
Bu vesileyle tüm dünyadan işadamlarını Türkiye ile daha fazla işbirliği yapmaya davet ediyorum.
Biz bugüne kadar iş dünyasıyla, sivil toplumla, sosyal taraflarla beraberce yakın bir çalışmayla, istişareyle kararlar almaya ve politikalarımızı birlikte oluşturup uygulamaya son derece önem verdik. Bu yakın diyaloğumuz önümüzdeki dönemde de devam edecektir.
Hayati Yazıcı/T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı