Geçen hafta, Dünya’daki ekonomik ve siyasi çalkalanmalara değinmiş, bu hareketli ortamın her geçen gün yeni bir kaosa doğru gittiğinden ve bunun da ticareti karmaşık hale getirdiğinden söz etmiştim.
Genellikle ARC Eğitim ile yaptığım seminerlerde, ticaretin nasıl doğduğunu ve lojistiğin de ticaretin varlığı sebebi ile ortaya çıktığını anlatırım. Aslında düşündüğümüzde bütün iş dalları ticaretin varlığı ile ortaya çıkmamış mıdır. Dünya sadece Adem ile Havva’ya aitken herhalde çok rahat etmiş olmalılar, nasıl olsa her şey onlarınmış. İnsanların sayısı arttıkça, biri, öbürününkinin sahip olduğunu elde edebilmeyi istemiş. Bir taraf vermek istemeyince diğer taraf saldırıp zorla alır, kim kimi döverse (!) o taraf amacına ulaştırmış. Sonra bakmışlar, döv döv nereye kadar, nasıl olsa bir gün birisi de beni dövecek, daha medeni bir yol araştırmışlar. Ve insanlar, ticaretin başlangıç noktası olan takası keşfetmişler.
Takas bir süre insanları rahatlatmış, böylelikle kişiler ellerindeki ve sahip oldukları sayesinde, sahip olmadıklarını da edinmeyi başarmışlar. Bir süre sonra, takas da yetersiz gelmeye, alınan ile verilenler birbirini karşılamamaya, değiş tokuşun tarafları eşit oranda değişim yapamamaya ve ticaretin gelişmemesine sebebiyet vermeye başlamış. İşte bu ihtiyacın varlığı insanlığa önemli bir değer olan parayı kazandırmış. Lidyalılar düşünüp düşünüp, öyle bir şey bulmalıyız ki; kendisi değersiz, ama üzerinde yazılı olan değerden ötürü değerli; istenildiği kadar küçük, istenildiği kadar büyük olabilecek bir takas aracını ortaya çıkartmışlar. Adına da “para” demişler. Bugün ticaret, çoğunlukla malla, paranın değiş tokuşu anlamına gelen bir takas işlemidir aslında. Bu takasın her iki ayağı da çok mühim, eşya hareketi de, para hareketi de. Ticaretin doğru bir denge ile sağlanmadığı, arz ile talebin uygun adımlar ile gerçekleşmediği durumlarda ekonomik krizler baş gösteriyor. Biz lojistikçiler de bu durumdan yeterince nasibini alıyor elbette.
Daha önce de sözünü ettiğim gibi, “OBEZ” bir Dünya’da yaşıyoruz. Talebin de arzın da hep yüksek tutulduğu, finans sektörünün de her geçen gün yeni bir enstrüman ile ekonomiyi sürekli canlı tutmayı başardığı günümüzde lojistik alanında rekabetçi olmakta çok kolay değil. Peki firmalar kendilerini nasıl pozisyonlandırmalı ve nasıl hareket etmeliler.
Lojistik şirketi patronlarının ve yöneticilerinin öncelikle ekonominin tam göbeğinde yer alan bir sektör olduğumuzu kabul ederek, tüm değişim ve değerleri yakından takip etmeyi görev edinmeleri gerekir. Lojistik şirketlerimiz tahmin edildiğinden çok daha fazla yatırımı seven bir sektör, ve bundan ötürü de, ekonomideki gidişi göz önünde bulundurmadan yatırım planlamalarını yapmamaları gerekir. Yine sektörün rekabetçi olduğunu söylemiştim, ama bel altı rekabeti de seven bir sektörüz. Bel altına vurmak tehlikelidir, risklidir. Böyle davrananın her an aynı yerden darbe alma riski olduğunu unutmaması gerekir. Bizim sektörümüz de sever bel altını; maliyet analizini doğru yapamayan, hatta bundan haberi dahi olmayan pek çok firma, farkında olarak veya olmayarak rakibinin elindeki müşteriyi almaya çalışırken, aslında bel altı darbeyi kendisine vurduğunun farkında bile olamamaktadır. Nasıl olsa kazanırız, zararına alalım bu işi demek, örneğin mazot fiyatlarının zıplayarak arttığı bu dönemde nakliyeciler için önemli bir tehdit oluşturmakta. Ne demiş şair, “ne sen bunun farkındasın, ne de ……. farkında”
Ne olacak şimdi; biraz kafa yarılacak, biraz kol kanayacak, birkaç firma batacak, birkaç firma ise bu durumdan istifade edecek ve yuvarlanıp gitmeye devam edecek. Ne olmayacak, çok parlak ekonomiler, yatırım yapan, düzgün ekonomili bir Avrupa Birliği, büyüme oranlarının artarak devam ettiği bir süreç. En azından bir süreliğine de olsa.
Hakan Çınar/Dünya Gazetesi