Bu köşenin
okurları start-up kavramından sıkça bahsettiğimi gayet iyi bilirler. Start-up, hem büyüme hem de gelişme
özelliklerini taşıyan, farklı projelere ve yeni girişimlere verilen bir isim.
Küçük işletmelerden temel farkı, tanımdan da anlaşılacağı gibi gelişme özelliği
taşıyabilmesi. Yemek Sepeti, Drop Box gibi işletmelerin küçük bir start-up
olarak iş hayatına başlamaları ve çok kısa süre içerisinde önemli büyümeler
yakalaması buna örnek olarak verilebilir.
ABD’de 1997
ile 2000 yılları arasında yaratılan yeni işlerin neredeyse tamamı beş yaşından
ufak start-up’lar tarafından gerçekleştirilmiş. Start-up’lar iş yaratmakla da
kalmıyor aynı zamanda dış ticarete de önemli katkılarda bulunuyorlar. Örneğin,
ABD’de ihracatın yüzde 30’lık bir kısmı bu tür start-up’lar tarafından
gerçekleştirilmekte.
Hal böyle
olunca, OECD ülkeleri girişimciliği politika öncelikleri arasına koymuş
durumda. Yine aynı şekilde Avrupa Komisyonunun 2020 Aksiyon Planı da
girişimcilerin ortaya çıkması ve gelişmesi için daha destekleyici bir ortamın
yaratılması konusunda önemli öncelikler içermekte. Bu faaliyetler, doğal olarak
Start-Up Ekosistemlerinin oluşmasına neden oluyor. Compass tarafından
hazırlanan 2015 Start-Up Ekosistem sıralamasına göre dünyada ilk beş sırada yer
alan bölgeler şunlar; Silikon Vadisi, New York Şehri, Los Angeles, Boston ve
Tel Aviv. Bu bölgelerin en temel özelliği, işletmelerin bir etkileşim
içerisinde olması ve büyüme ihtiyaçlarını karşılamakta ihtiyaç duydukları
kaynaklara (pazarlama desteği, fonlama, networking v.b.) kolaylıkla
ulaşabilmesi. Türkiye’nin bu sıralamanın ilk yirmisinde herhangi bir bölgesi
bulunmamakta. Ancak, Küresel Girişimcilik İndeksinin 2017 verilerine göre,
Türkiye 137 ülke içerisinde girişimcilik ekosistemi sağlığı bağlamında 36.
sırada yer almakta.
Girişimcilik
dünyanın birçok ülkesinde pozitif algılaması olan bir kavram aynı zamanda.
2015-2016 Küresel Girişimcilik Raporu kapsamında 60 ülkede aynı anda yapılan
bir çalışma sonucunda, çalışan bireylerin % 68’inin girişimciliği yüksek
statülü bir iş olarak algıladığı da tespit edilmiş.
Ancak,
girişimciliğin kadınlara ihtiyacı var. Tüm dünyada, kadınların bu konuda geride
kaldığı konusunda somut gözlemler bulunmakta. Aynı durum, Türkiye için de
geçerli. 2015 Kadın Girişimcilik İndeksi sonuçlarına göre, 0 ile 100 arası
yapılan bir skorlama yöntemi kapsamında, Türkiye’nin notu 50’nin altında. Ünlü
danışmanlık firması, McKinsey’in yaptığı bir çalışmaya göre de, girişimcilikte
kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ile birlikte küresel Gayri Safi Milli
Hâsılaya 12 trilyon dolar gibi bir katkının yapılabileceği öngörülmekte.
Bir önceki
yazım, 2016 yılının son yazısı idi. O yazımı şöyle tamamlamıştım; “2017 yılının
ilk yazısı o yıla ilişkin tahminlerim üzerine olacak. Bakalım becerebilecek
miyim?”
Bu sorunun
cevabını ise yukarıda vermeye çalıştım aslında. 2017 yılında, özellikle
Türkiye’de girişimciliği katlanarak artacağı ve bir meslek olarak daha da çok
önemseneceği. Bu bir iyi niyet mi yoksa doğru bir tahmin mi? Yılın sonunda hep
birlikte değerlendiririz.
Bu arada, bu
yazıda kullandığım birçok örneği;
http://ttaturkey.org/20/n/new-report-entrepreneurship--technology-commercialization-report-2016-global-trends-and-specific-look-at-turkey
sayfasında bulunan rapordan aldım. Meraklısına duyurulur.
Prof. Dr.
Okan TUNA
Kaynak:
yesillojistikciler.com