Katma Değer Vergisi (KDV)
Yasası'nın 29'uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereği olarak, "bir
vergilendirme döneminde indirilecek KDV toplamı, mükellefiyetin vergiye tabi
işlemleri dolayısıyla hesaplanan KDV toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki
fark sonraki dönemlere" devrolunmakta ve iade edilmemektedir.
Ancak aynı yasanın
28'inci maddesi uyarınca, Bakanlar Kurulu tarafından vergi oranı indirilen
teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği
vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenen miktarı aşan vergi, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim
borçları ile genel ve katma bütçeli idarelerle belediyelere olan borçlarına ya
da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin yüzde 51'i veya daha fazlası kamuya
ait veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmeler ile organize sanayi
bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına
mahsuben ödenebilmektedir.
Yıl içinde mahsuben
iade edilemeyen vergi, izleyen yıl içinde talep edilmesi koşuluyla nakden veya
mükellefin yukarıda sayılan borçlarına mahsuben iade edilebilmektedir.
Bakanlar Kurulu,
vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibariyle, iade
hakkını kısmen veya tamamen ya da amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla
yüklenilen KDV ile sınırlı olmak üzere kaldırmaya; Maliye Bakanlığı, bu hükmün
uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkili bulunmaktadır.
Aynı yasanın 32'nci
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca da Maliye Bakanlığı, KDV iadesini hak
sahiplerinin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli
daireler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile
sermayesinin yüzde 51'i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme
kapsamında bulunan işletmelerden temin ettikleri mal veya hizmet bedellerine
ilişkin borçlarına mahsup suretiyle sınırlayabilmektedir.
Mevcut yasal
düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere mükelleflerin vergi idaresinden
alacaklarının idareye olan borçlarına mahsubu mümkün bulunmaktadır. Bu bağlamda
da ihracattan doğan KDV'nin iadesinin vergi borcuna mahsubu konusunda herhangi
bir sınırlama mevcut değildir.
İhracat istisnasından
veya tecil-terkin uygulamasından doğan KDV'nin özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu
(SGK) borçlarına mahsubu uygulamada bazı sorunlara neden olabilmekte, böyle bir
durumda da daha çok mahsup isteminde bulunan KDV alacaklısı mağdur duruma
düşmektedir.
Mevcut düzenlemeler
çerçevesinde SGK prim tahsilatlarında da Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkındaki Yasa hükümleri geçerli bulunmaktadır. Bu nedenle özellikle prim
borcunun vadesi tarihinden sonra ilgili SGK şubesi hesabına geçmesi ve/veya
havale edilmesi halinde, söz konusu prim borcunun vadesinden havalenin hesaba
geçtiği tarihe kadar gecikme zammı uygulanabilmekte ve hatta mahsubu talep
edenin varlıklarına tedbir konulabilmektedir.
Örneğin prim
alacaklısı olan mükellefin süresi içinde mahsup isteminde bulunması halinde,
gerek vergi dairesinin yanlış hesap numarasını belirtmek suretiyle söz konusu
mahsup isteminde bulunması ve/veya alacaklı SGK'nın banka hesabında işlem
sırasında hesap numarası hatası yapılması halinde, bu durumdan başlangıçta
mükellef haberdar olmamakta, sonuçta özellikle SGK şubelerinin mükellefe
herhangi bir bilgi vermeden veya uyarıda bulunmadan, mükellef hakkında icrai
işlem yaptığı görülmektedir.
Bazı hallerde
bankalar kendilerine gönderilen bu tür mahsup işlemine ait talimatları süresi
içinde işleme koymamakta veya koymayı unutmakta olup, böyle bir durumda süresi
içinde mahsup işleminde bulunan mükellef gecikme zammının muhatabı
olabilmektedir.
Böyle bir durumun
tespiti halinde uygulamadan zarar gören mükellefin söz konusu zararını
karşılamak üzere başvuracağı yargı organı ticaret mahkemeleri olmaktadır.
SGK'nın haklı olarak
alacağını tahsil konusunda öncelikle mükellefe başvurmaması ve mükellefi bu
konuda haberdar etmemesi ve hatta belli bir süre bekledikten sonra mükellef
hakkında icra takibine geçmesi, mahsup isteminde bulunan mükellefler açısından
telafisi mümkün olmayacak zararlara neden olabilmektedir.
Özellikle son
yıllarda rastlanan bu tür olayların yaratmış bulunduğu olumsuzluklar gün
geçtikçe artmaktadır.
Söz konusu
uyuşmazlıkların çözümlenmesinde mahsup işlemine aracılık eden vergi dairesi ile
banka ve SGK'nın ilgili şubeleri arasında yapılan yazışmalar tam anlamı ile
skandal denilebilecek derecede gecikmeli olmaktadır. Bu gecikmelerden zarar
görense mahsup işlemini talep eden mükelleftir.
Konuya ilişkin olarak
ortaya çıkan uyuşmazlıklarda, söz konusu yazışmalarda rastlanılan bir başka
olgu da verilmesi gereken bilgilerin doğru olmamasıdır.
Mağduriyetlere neden olan bu konunun ilgililerce
gözden geçirilmesi ve mahsup işleminden mağdur olan mükelleflerin
mağduriyetlerini hiç değilse bundan sonra ortadan kaldırabilecek düzenlemelere
ve önlemlere yönlenmeleri gerekmektedir.
Kaynak: Referans