Sayın Çağlayan, bavulu elde, ülke ülke
dolaşıyor.
Tüm çabası daha çok ihracat...
Son Cezayir seyahatinde iki önemli cümle kurdu.
Bu cümlelerden birincisi olan Serbest Ticaret
Anlaşmaları (STA) konusunu geçen hafta bu köşede değerlendirmiştim.
Bugün de ikinci önemli cümlesi üzerine yazacağım.
Ne demişti Sayın Çağlayan?
Yurtdışından iş alabilmek için: "Türk
Diasporasını harekete geçirecek, dışarıdaki Türk nüfusu, ortak
hareket edebilmesi için bir network ortamında buluşturacağız".
Bu cümleyi duyduğumda ilk tepkim, "Ah
keşke" oldu.
"Ah keşke" tepkimde hem kuşku vardı
hem de umut!
Sıklıkla bavulu elinde dolaşan, bir ayağı dışarıda
olan bir işadamı olarak, dışarıda yaşayan insanlarımızın bir araya
gelebilmelerinin, ülkeleri için belli bir amaçta buluşup ortak hareket
etmelerinin zorluğunu biliyor olmam beni kuşku duymaya itiyordu.
Öte yandan da yurtdışındaki Türk vatandaşlarının
ülkelerinin menfaati için ortak bir noktada buluşup beraberce hareket
edebilmeleri en büyük özlemim ve en büyük umudum idi.
Sayın bakanın, "diaspora" adı altında
şekillendirdiği bu birliktelik, hatırlarsanız nisan ayında İstanbul'da yapılan "Dünya
Türk Girişimcileri Kurultayı'nda" dile getirilmiş ve o kurultayda
"Turkish Diaspora" gündeme alınarak bu oluşumun başına da
Coca-Cola CEO'su ve DTİK Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Muhtar Kent
getirilmişti.
Aradan 7 ay geçti, bu oluşumdan hiçbir ses
gelmedi. Ne yaptılar, teşkilatlandılar mı, bir birliktelik sağlandı mı
konularında bir bilgilendirme duyamadım.
Konuyu 7 ay sonra Sayın Çağlayan seslendirdi ve iyi
de etti.
Yurtdışında 5 kıtadaki çeşitli ülkelerde
yaşayan, çalışan ve iş sahibi olan yaklaşık 5 milyon Türk vatandaşı
olduğu söylenir. Sadece Avrupa'daki Türk girişimci sayısının 145 bin
olduğu ve 650 bin kişiyi bu işyerlerinde istihdam ettikleri ve 50
milyar euro civarında ciro yaptıkları kayıtlara düşülmüştür. Toplam 5
kıtada, 96 ülkede, 162 bin işadamımızın, 1 milyon kişiyi istihdam
ettikleri, yatırımlarının 60 milyar doları bulduğu ve cirolarının 100
milyar doları aştığı verilen bilgiler arasındadır.
Bu, hiç de küçümsenecek bir güç değildir.
Bütün mesele bu gücü organize ederek bir
araya getirebilmektedir.
Nisan ayında o kurultayda yapılan bir anketin
sonuçları pek iç açıcı değildi.
Ankete göre Türkler ortak hareket etmiyorlar,
yurtdışındaki lobi faaliyetleri organize ve etkin değil. Anket verileri
yurtdışındaki Türklerin yüzde 52,2'sinin dağınık görünümlü ve iletişim
halinde olmadıkları yönünde. Türk mallarının yerleşik imaj
yaratamadığını düşünenlerin oranı yüzde 44,9.
Ve ankete katılanların ortak kanısı: "İki Türk
bir araya gelince birbirlerini yerler." İşte bu çok acı.
Ülkedeki bölünmüş görüntü maalesef dış
ülkelerde daha belirgin.
Avrupa'da, "Milli Görüş", Amerika'da "F
tipi" kontrolsüz organizasyonlar yaygın. O ülkelerde düzenlenen "Türkiye
yılı" adı altındaki etkinliklerde Cumhuriyet Türkiyesi'nden eser
yok. Kılık, kıyafet, modern Cumhuriyet Türkiyesi'ne ait değil.
Yapılan etkinlikler folklor ekipleri ve mehter takımlarıyla sınırlı kalıyor ve
tam bir müsamere acemiliğinde yürütülüyor. Kullanılan afişlerde Arapça
yazılara dahi rastlayabiliyorsunuz.
Tabii bir de Türkiye'nin laik ve demokratik
yüzünü aksettirmeye çalışan bir kitle var ve bu kitle de düşünceleri
paralelinde ülkesini tanıtma amacıyla etkinlikler yapıyor.
Bu etkinlikleri takip eden yabancılar, Türkiye'nin
"Laik, demokratik, hukuk düzeninde bir cumhuriyet devleti"
olduğu gerçeği ile Arap ülkelerine benzer yanını kavrayamıyorlar ve kafaları
iyiden iyiye karışıyor.
Dışarıdaki durum maalesef böyle ve bazı aykırı
kurumlar buradan destek görüyor ve kollanıyorlar.
Gelelim Türkiye'ye ve bir an için Türkiye'nin siyasi,
sosyal yapısını unutalım, dış ticaretine odaklanalım.
Sayın Çağlayan'ın istediği daha çok ihracat için
yurtdışındaki Türkleri diaspora anlamında bir araya getirebilmek. Bu
düşüncesi içerisinde yurtdışındaki Türk işadamları ve kurumları olduğu kadar, Türkiye
içindeki işadamları ve kurumları da olmalı.
Bildiğiniz gibi Türkiye'de ihracattan sorumlu ana
kurumlar 59 ihracatçı birliği ve onların üst kurumu olan Türkiye
İhracatçılar Meclisi'dir (TİM). Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) çatısı
altında olan, yetki ve görevleri yasayla tarif edilmiş bulunan bu kurumlar
sadece ihracata değil, dış ticaretin bütününü oluşturan ithalatın da
organizasyonunun sorumlusudur.
Gelin görün ki durum pek öyle görünmüyor.
TİM dışındaki kurumlardan, TOBB, DEİK, MUSİAD,
TUSCON, ticaret ve sanayi odaları da hem TİM'den hem de birbirlerinden bağımsız
dış ticaret hareketlerinde rol alıyorlar; iç ve dış temaslarda bulunuyorlar.
Bu durum dış ticarete olan yoğun ilgi anlamında
olumlu görülmekle beraber, ciddi sorunlara da neden olmaktadır. "Ne güzel
herkes ve her kurum daha çok ihracat ve dış ticaret için gayret sarf
ediyor" şeklinde düşünebilmek mümkündür elbette...
Ancak bu düşünce, "Bazıları politize olmuş
bu kurumların birbirinden bağımsız şekilde hareket edip bir ‘milli
dış ticaret politikası' etrafında buluşamamaları, her kurumun kendi
doğrusundan yola çıkarak bir şeyler yapmaya çalışması ve dahası bir kurumun
diğerini rakip görüp ayağından çekmesi, hatta TİM'i tanımıyor havalarına
girmeleri" ülke dış ticaretine fayda değil, zarar verince pek geçerli
olmuyor.
Şu anda yaşanan budur ve Türk dış ticaretinin geleceği
için endişe vericidir.
Dış ticaretten sorumlu uzman ve otorite kurumlar, DTM
ve TİM'dir.
Bu kurumlar DTM ve TİM'in tespit ettiği bir "milli
dış ticaret politikası" etrafında buluşurlar ve birlikte
hareket ederlerse ancak o zaman ülke ihracatına faydaları olabilir. Aksi
halde kaybedecek Türkiye olur.
Sayın bakan, sanırım bu çok hassas konuyu "diaspora"
düşüncesi içinde dikkate alacaktır.
Kaynak:Referans